Duyular üstü âlemdeki her şey güzeldir. Güzel, düzgün ve ahenkli sesler de o âleme benzer. Bu yüzden, kalbi uyararak onda bir şevk meydana getirirler. Kısaca, insanlar Allah’ın sıfatlarını kendi sıfatlarından hareketle, temsil yoluyla anlayabilirler. Şiir, güzellik, ahenk ve ritimleriyle bu konuda insana çok önemli fırsatlar sunar. Çünkü güzel, düzgün ve ahenkli seslerde ruhani âlemi andıran bir şey vardır.[1] Mesele onun bizimle konuşması olan Kuranı Kerim bu özelliği tam olarak bizlere göstermektedir. Çünkü Kuranın indiği devirde revaçta olan şey şiirdi ve herkesin nazarı bunun üzerinde dönmekteydi. Öyle ki bir savaşın başlamasında şiir etken olduğu gibi bu savaşı durduranda yine şiirdi. Ve o milletlerin en çok övündüğü ve Yücellik ifade ettiği şey şairler ve onların söylediği şiirlerdi. İşte böyle bir devirde inen Kuranı Kerimin ayetleri de bu özellikleri içinde barındıracaktır ki o devirdeki insanlara muhatap olsun. Ve Kurana baktığımız her bir ayetin bu ahenk ve uyum içinde olduğunu görmekteyiz. Okunuşunda düzenli bir ritim ve ahenk vardır. Zaten bu uyumada birlik denilir, bu birliğin olduğu yerde ise şiirsel bir ifade vardır. O ifadeler ister aşkı anlatsın ister eski bir milletin başından gecen bir olayı anlatsın veya cenneti, cehennemi anlatsın bu anlatımların tam bir şiirsel yönü vardır. Zira Kuran’ın dil acısından temel özelliği eşi ve benzeri olamayan ifade tarzıdır. Kuran’ın mucize olmasının bir anlamı da onun, az sözle çok şey ifade etme anlamına gelen bu i’cazıdır. Bununla beraber Kuran asla beşerin söylediği bir şiire benzemez. Çünkü şair yazdığı şiir için lafız ve vezne riayet için, manayı değiştirmeye kadar gider; ama Kuran’ı Kerimdeki lafız ise manaya tabidir. Şaire göre ise mana lafza tabidir. Çünkü şair, şiirin vezninin veya kafiyesinin, sıhhate kavuşacağı lafızları seçer. Böylece de işte bu lafızlardan ötürü manalar hayal etmeye ihtiyaç hisseder. Onun için Kuran’ı Kerim bu tip hayali şeylerden de uzaktır. Ama bununla beraber kuranın inmesiyle şiirin yönü değişmiştir çünkü artık şairlerin muhatap aldıkları merci kuran olmuştur. Şairler kurandan aldıkları ilhamla yeni ve benzeri görülmemiş gazel ya da kasideler söyleme konusunda birbirleriyle adeta yarışmışlardır. Bu şiirlerde bir buluş ve bulunuş neşesi, Allah’a ve kâinata mensup olma duygu ve anlayışı çok çarpıcı ifadelerle dile getirilmiştir.[2] Kuranın ilk muhatabı olan Peygamber Efendimiz şiire önem vermiştir ve ayrıca Peygamber Efendimiz ilk muhatapları olan Sahabeyi Kiram da şiire önem vermişlerdir hem dinlemişler hem de şiir yazmışlardır. Böyle bir tablo ortaya çıktığına göre nasıl olur da İslam şiire karşı olabilir iddiasında bulunulabilinir. Bu iddia tamamen bir softalıktır. Kuran’ı Kerim’de geçen şu ayetleri örnek verebilirler: ”Biz O’na şiir öğretmedik. Bu O’na yakışmazdı. O ancak biz zikir ve apaçık Kuran’dır.”[3] ”Şairlere de azgınlar uyar. Görmedin mi onlar her vadide serserice gezerler? Ve gerçekten onlar yapmadıkları şeyi söylerler. Ancak iman edip, Salih amel işleyen, Allah’ı çokça zikreden ve kendilerine zulmedildikten sonra öçlerini alanlar müstesna. Zulm edenler de yakında nasıl bir yere devrileceklerini bileceklerdir.”[4] Yukarda ifade ettiğimiz birinci ayette şu mananın anlaşılması gerekmektedir: Başta ifade ettiğimiz gibi o devirde şiir revaçta idi. Ve bu şiirleri yazan insanlar ise ilahi bir vazife ile vazifeli değillerdi. Yazılan şiirler ise beşeri bir güce ve kabiliyete dayalıydı. Ama inen Kuran’ı Kerim ise ne beşeri bir söz ne de kişinin kabiliyetine ve istidadına bakmaz. Bu konuda vazife almış kişi ondan ne gelirse aynen aktarmıştır. Kuran’ın bu özelliğini ortadan kaldırmak isteyen kişiler ona şiir ve şair ithamını yapmışlardır. Çünkü onu ilahi bir sözden alıp beşeri bir söze indirmenin o zamanın en kısa yolu Peygamberin kendisine şair ve onun söylediği söze şiir demekti. Bunu yapmakla Kuran’ın Allah’ın kelamlılığından beşeri bir söze indirerek ona muhatap olanların dikkatlerini ve ilgilerini ondan uzaklaştırmaktı. Onun için ayette onun şair olmadığını ve söylediği o ulvi kelamların da şiir olmadığını Kuran’ı Kerim beyan etmiştir. Yine başka bir âlimin ifadesi ile bu kâfirlerin, Hazret-i Peygamber’in (s.a.v) tevhit, ahiret, cennet ve cehennem hakkındaki sözlerini şiir sanıp önemsemeyişlerine verdiği bir cevaptır.[5] Bir başka âlimin ifadesi de şöyledir: Biz ona şiir öğretmedik cümlesi Hazret-i Peygamber(s.a.v)’e Allah tarafından öğretildiğine, dolayısıyla da Allah’ın dilediği şeyleri öğrendiğine, dilemediği şeyleri de öğrenmediğine işarettir.[6] Diğer ikinci ayette ise İbn-i Abbas’ın ifadesiyle kastedilen şairler Allah’a inanmayan şairlerdir. Yoksa genel bir ifade değildir.[7] “Biz ona şiir öğretmedik” ayetinin bir manasını da yine İslam âlimleri şöyle açıklamışlardır: Yani biz onu şair kılmadık. Bu ise onun bir miktar şiir okumasını ya da söylemesini engellemez. Veya yüce Allah, kendisine O’na şiir öğretmediğini haber vermektedir. O’nun şiir okumadığından haber vermiş değildir.[8] Yukarıda ifade ettiğimiz Şuâra Suresi’nde Cenab-ı Hak Hazret-i Peygamber ile şiir sanatını kötüye kullanan şairleri arasını ayırdıktan sonra şu dört vasfı taşıyan şairleri yine diğer şairlerden ayırmıştır: Bunlardan birincisi, iman, bu” iman edenler müstesna” cümlesi ile anlatılmıştır. İkinci olanlar ise, ameli salih. Bu da ayette ”Salih amelde bulunanlar” cümlesiyle anlatılmıştır. Üçüncü kısım ise tevhit, nübüvvet ve insanları hakka davet hususunda olması. Bu da “Allah’ı çok zikredenler” cümlesiyle anlatılmıştır. Dördüncü kısım şairlere gelince hicvedenlere karşılık vermeleri durumu dışında hiç kimseyi hicvetmemeleri. Bu da “Zulme uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar böyle değildir” cümlesi ile anlatılmıştır. Çünkü Cenab-ı Hak, “Allah çirkin sözün alenen söylenmesini sevmez” Zulme uğrayanlardan olursa bu müstesna”[9] buyurmuştur. Hem sonra bu hususta şart olan, tecavüzü haddi aşmayı bırakmaktır. Çünkü Cenabı Allah, “ Kim size karşı haddi aşarsa” siz de tıpkı onların haddi aşmaları kadar ona karşı koyun”[10] buyurmuştur. Ayetteki, bu istisna ile Abdullah b. Revaha Hasan b. Sabit, Kab b. Malik, Kab b. Züheyr gibi şairlerin kastedildiği ileri sürülmüştür. Çünkü bunlar şiirleriyle kureyş kâfirlerini hicvediyorlardı. Kab b. Malik (r.a)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: ”Hazreti Peygamber bana,”Kureyşi hicvedin. Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizin onlara bu hicviniz, ok yağdırmadan daha çetindir.” Yine Hazret-i Peygamber Hasan b. Sabit (ra)’a hep, ”Söyle Ruhul Kudüs de seninledir” derdi.[11] Demek ki bu ayetlerde yerilen şairler ve şiirler maddi ve manevi değerlere sahip olmayan şair ve şiirlerdir. Yoksa genel bir ifade değildir. Yine peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur. ”Şiirde, hikmet de vardır.”[12]
Şimdi gelelim Peygamber Efendimizin ve Asrı Saadet devrindeki ashabı kiramın şiire karşı tavrına
“Nebi(s.a.v) benden Ümeyye b. Ebi’s-Salt’ın şiirlerinden okumamı istedi, ben de ona yüz kafiye veya beyit okudum.”[13]
“Bir gün Resulullah’ın(s.a.v) terkisine binmiştim, bana “Ümeyye’nin şiirinden hatırında var mı?” diye sordu, “evet” dedim; “haydi” buyurdu, bir beyit okudum, “daha” buyurdu, yine de okudum, “daha da” dedi, ta ki kendisine yüz beyit okudum. Rasulullah(s.a.v) “neredeyse Müslüman olacakmış!” buyurdu.[14] İmam Kurtubi bu hadislerde şu manayı çıkarmıştır, hikmet, şer’i ve tabiî bakımdan güzel manalar ihtiva ettiğinde şiirleri ezberleme ve ilgilenmenin caiz olduğuna delil bulunduğunu belirtir.[15] Bundan, Hazret-i Peyganber’in(s.a.v) Allaha inanmayanların şiirlerini okuttuğu da anlaşılmaktadır. Çünkü Ümeyye b. Ebi’s-Salt, Resulullah’ın(s.a.v) kendisi için “şiiri iman kalbi ise küfür etti”[16] dediği kimsedir.
Sahâbeden Allah Resulü’nü öven kadın ve erkek şairler ise en az iki yüz civarında olduğu kayıt edilmiştir.[17] Sahabeden sonra Resulullah’ın(s.a.v) ümmetinden onu öven şairlerin şiirlerine gelince, her memleket veya şehirde insanlar bunun için bir araya gelseler bile, sayılmayacak kadar çoktur.
Ashabın hepsi şiirin menba ve madeni idiler. En şair olanlar dört halife, halifeler arasında en şairi de Hazret-i Ebubekir es Sıddîk idi. Hazret-i Ebubekir(r.a) söylediği şiirler kendisinden sonra bir kitap halinde toplanmıştır. Yine Hazret-i Ebubekir(r.a)’nın kızı Hazret-i Aişe(r.a)’da şairdi. Hazret-i Ebubekir(r.a)’nın söylediği şiirlerden bir tane örnek verelim: “Sen bizi bırakıp gitmekle biz de vahyi yitirdik,/Artık Allah’ın kelâmı bize elveda dedi./Değerli kağıtların miras aldıkları,/Ve bize bıraktıkların dışında…/Sen bize bir doğruluk mirası bıraktın,/Bundan ötürü selam ve salat sana.”
Şu aktaracağım isimler ise Sahabe şairlerinden bazı örnekler: Nâbiğa el-Ca’dî, Ka’b b. Züheyr, Ka’b b. Malik, Zibrikân, Abbas b. Mirdasi Amr b. As, Abdullah b. Revâha, Dırâr b. Hattab, Hazret-i Peygamber’in(s.a.v) amcası Abbas ve oğlu Abdullah b. Abbas, Lebid, Mu âviye b. Ebi Süfyan, babası Ebu Süfyan, Muğire b. Şu’be. Resulullah(s.a.v) Hassân’ı şiir söylemeye ve Allaha eş koşanları hicv etmeğe teşvik ederdi. Bunun onları kılıçla mağlup etmekten daha üstün ve ağır olduğunu belirtiyordu. Allah Resulü(s.a.v) ashabından şiir söylemelerini isterdi. Ka’b b. Zübeyr’in söylediği şiir sebebiyle öldürülmesini mubah saydıktan sonra yine söylediği şiir sebebiyle öldürülmesini önlemiştir.
Hazret-i Resulullah(s.a.v) şiir dinlediğine göre, Hazret-i Ebubekir şiir söylediğine göre artık bundan daha ileri taklit edilecek ve uyulacak kimseler olabilir mi?
Ve ayrıca şairlerin genelde çok kullandığı hususen irfan ehlinin genelde kullandığı teşbih boyutundaki şiirlerin hiçbir sakıncası yoktur veya haddi aşacak ve alışılmışın ötesine gidecek olsa dahi, bu hususta onlara izin verilmiştir. Çünkü Hazret-i Peygamber Efendimiz(s.a.v) böyle şiirleri de dinlemiştir, buna örnek ise şudur: Ka’b b. Züheyr, Peygamber(s.a.v)’a şu beyitler ile başlıyan meşhur kasidesini okumuştur “Suâd ayrıldı bugün, kalbim hastadır bu yüzden,/Bir köledir ardında azad edilmeyen ve zincirlere vurulmuş./Yola koyulduklarında ayrılık sabahında Suâd’ın,/Tatlı bir nâme vardı sesinde sürmeli bakışlarıyla da bakıyordu önüne,/Islak, parlak dişleri görülürdü ağzında gülümsediğinde,/Andırıyor tükürüğü ardı arkasına şarap içirilmiş, susamış bir ağız.” Ka’b bu kasidesinde harikulade istiare ve benzetmelerde bulunmuş, Peygamber(s.a.v) bunları dinlemiş. Suâd’ın ağzındaki tükürüğü şaraba benzetmesine de karşı çıkmamıştır.[18]
Güzel dostlarım bu konuyu daha uzun yazmak isterdim ama kitap çalışmalarımdan dolayı kısa bir yazı ile iktifa ettik herkes den özür diliyorum.
H. Şenol Bayırtı
[3] Yasin Suresi; 69.ayet
[4] Şuara Suresi; 224, 225, 226, 227.ayetler
[5] Tefhimu’l Kur’an; 4. Cilt, Sayfa, 594
[6] İmam Kurtubi; 14. Cilt, Sayfa, 446
[7] İmam Kurtubi; 14. Cilt, Sayfa, 446
[8] İmam Kurtubi; 14. Cilt, Sayfa, 447
[9] Nisa Suresi; 148.ayet
[10] Bakara Suresi; 194.ayet
[11] Tefsir-i Kebir; 17. Cilt, Sayfa, 391
[12] Buhâri; Edep, 90
[13] Müslîm; Şiir, 1.
[14] Müslîm; Şiir, 1.
[15] Et-Terâtîbü’l-İdâriyye; Sayfa, 286
[16] İbn Mâce; 2. Cilt, 1236
[17] Hüsnü’s-sihâbe fi şerhi eş’âri’s-sahâbe
[18] El-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân; 13. Cilt, Sayfa, 101
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder